22 Ağustos 2006

Emrenin misketleri:)


Emre's Marbles :)
Originally uploaded by aşk-ı beka.
Yeğenlerimden Feyzanur, bizim küçükken oynadığımız "5 taş" oyununa merak salmışken, diğer yeğenim Emre (4), bu fotoğrafta görüldüğü gibi, minicik elleriyle misket oynamayı öğrendi :) Yaşına göre gayet başarılıydı..Hatta dedesinin miskete vuruşunu beğenmedi bile "boynuz kulağı geçer" misali..:)

Eski günlere gitmek ne güzel..Eskinin oyunları daha güzel...
Basit 3-5 adet misketin bile lüks olduğu günlerden, bugünün hiçbir şeyler hoşnut olmayan çocuklarına uzanan süreçte, hala bazı değerleri yitirmemek ne iyi.
Bunun için seviniyorum emrenin minicik ellerinde duran misketleri görünce :)
Bunun için, çelik-çomak, saklambaç, körebe, uzun atlama gibi doğal oyunlar oynamasını seviyorum çocukların.

Şimdi, safiyane, çöpten bebek yaptığımız üzerine bulduğumuz bez parçalarını iliştirdiğimiz günleri tebessümle hatırlıyorum..

Dolu dolu geçen bir çocukluğu, ağaçlarla, yıldızlarla hemhal olan güzel yılları diliyorum bugünün çocuklarına..



Fotoğraf: Aşk-ı Beka
Yer : Ankara
Tarih: Ağustos 2006

19 Ağustos 2006

Dolunaylı günlerden kalan


Dolunaylı günlerden kalan
Originally uploaded by aşk-ı beka.

Kayan Yıldızlar






ŞEHRİN GÜRÜLTÜLERİNDEN VE ışıklarından uzaktayım.. Gökyüzüyle baş başa..
Ağustosun bu sıcaklarında, gündüzleri evden çıkılmıyor. Topraktan insanın yüzüne sıcak vuruyor.. Ancak akşam vakitlerinde serinliyor hava.. Gece saat on bir olduğunda, bahçeden içeri girmek istemiyorum. Sırtımı hala soğumamış olan bahçe duvarına yaslıyor, gökyüzünü seyrediyorum. Dolunayı izliyorum.
Rabbim şu kavuran sıcakların ardından nasıl da serinletiyor her yeri.. Nasıl ferah oluyor geceleri gökyüzü.. Ne büyük bir nimet..

Böyle günlerden birinde, tarlaların arkasındaki tepelerde güneş batıyorken yine, yola çıkıyoruz..
Sağ yanını kıpkızıl bir gökyüzü süslüyor tarlanın ve ardından solda dolunay beliriyor.
Başka hiçbir şey yok hareketsiz gökyüzünde..
Tarlalar ve irili ufaklı tepeler ardında gülümseyen ay ile muhabbetimiz başlıyor böylece..
Ay, bir secde ayeti sanki.. İnsanın oracıkta secdeye kapanası geliyor..
Yüreğim ayın parlaklığına meftun.. Manzaramı perdeleyen tepeler araya girdiğinde yine nur damlasını görmek için heyecanlanıyorum.
Henüz hava tam kararmamış.. Henüz maviliğini kaybetmemiş gökyüzü, sarılığını kaybetmemiş tarlalar..
Kusurlardan münezzeh Rabbim, göğün en güzel yerine, ne kadar kusursuzca asmışsa bu ışık yansıtan topu, öyle de kusursuz yaratmış alemi..

*

Geçtiğimiz günlerde, dolunaylı bu gökyüzüne, yıldızlar yağdı gökbilimcilerin söylediğine göre.. Dünyamız bir kuyruklu yıldızın yörüngesine girdi.. Kuyruklu yıldızların beraberinde dönen meteorlar, atmosfere girip, gökyüzünü adeta bir şölene çevireceklerdi. Yıldızlar art arda kayacaktı.. Yani uzay boşluğunda dönen irili ufaklı taşlar, yanıp, ışık olacaktı..

Gökbilimcilerin dediği gibi, yıldızlar kaymaya başladı tek tek.
Hiçbiri incitmedi bir tek insanı bile.. Korundu dünyamız. Yörüngesi değiştirilmedi, ve yeri göğü alt üst edebilecek bir çarpışmadan kurtarıldık yine..

Gökyüzünde böylesi bir yağmur sürerken, bir yandan havai fişekler patlıyordu bulunduğum yerde. Patlayan fişekler, tozu dumana katıyordu.. Köpekler ve kediler sesten ürküp değişik sesler çıkarıyorlardı, birkaç bebek ağlaması da duyuluyordu..

Yıldızlar kayarken gökyüzünde, kayıp giden başka şeyler de oluyordu alemde..

Havai fişeklerin bomba gibi patlamasıyla, dünyanın başka başka yerlerinde patlayan bombalar geliyordu hatıra..
Minik yavruların gözlerinde kayan yıldızlar, ardı sıra..
Bu topraklarda, iki genç evlendiğinden fişekler patlıyordu gökyüzünde, korkutmuyordu ışıklar..
Ama savaşın olduğu yerlerde, bir yıldız düşünce yere.. Pek çoğu yetim kalıyordu yavruların..
Savaş, kaydırıyordu yıldızları..

Uzay boşluğundan atmosfere çarpan yıldızlar yok olup, ışık olup gidiyordu..
Ama insanların attığı taşları durduramıyordu barınaklar..

Bir tek dua edebiliyordu çaresiz gönüller, gözleri gökyüzünde:


“Ey evrendeki tehlikelere karşı dünyamızı sarıp kuşatan Rabbim..
Sen koru mazlumları.. Islah eyle zalimleri..
Koru bizi Rabbim.. Kaydırma, tut ruhlarımızı, ve kalplerimizi…”

19.08.2006


© 2006 karakalem.net, Rabia Nazik Kaya

18 Ağustos 2006

NAMAZ-1

Mustafa Ulusoy




DÜNYANIN İÇİNDESİN. Yarı çemberin içindesin. İçinde dünyaya küskünlük var . Yarı çemberin dışındasın. Asılı mı kaldın hayatta? Ya da sıkışık mı kaldın?


Sevinçli vahşi yüreğin ile günahkar yanmış yüreğinin derinliklerinden gelen bunaltı mı geriyor seni? Yoksa yoruldun mu? Bu gün yaşadıkların yordu. Anladım. Sadece bugün yaşadıkların değil. Sıkıntılı günlerden biriydi. Peki. Yok yok tam anlamadım. Bir daha söyler misin? Ruhunu sürgüne mi yolladın? Benliğini yüceltmenin sürgünündesin öyle mi? Azap verici bir gerilimin içindesin.


Konuşmak istemiyorsun. Gerginsin. Bunalımdasın. Ağlıyorsun. Yalnızsın. Kederlisin. Mutsuzsun. Kimse seni anlamıyor. Sen kimseyi anlamıyorsun. Kıyıda köşede kalmış gibisin. Durgunsun. Öfkelisin. Ne yapacağını bilmiyorsun. Ne yapmayacağını biliyorsun. Güçsüzsün. İçinde kötü şeyler olacak korkusu var. Kaygılısın. Heyacan basıyor. Tedirginlik bedenini uyuşturuyor.


Yabani sarılgan bir sarmaşığın hayat ipine sarılması gibi hem kendi benliğinin hem de kötücül benliklerin bencil arzuları ruhuna ve bedenine sarılmış hissediyorsun.


İçimi rahatlasan ise şu: Herşeye rağmen hayatını yeniden ele geçirmek istiyorsun. Farklı canlılık veren bir şeyin meydana gelmesini istiyorsun. Tıkanıp kalmışlığın biteceğine dair umudun sönmemesi ne güzel. Bu ölüm bile olsa.


Dayanmak istiyorsun. Dayanıyorsun. Zamanın akışı içinde yıpranmış ve gevşemiş varlığın aynı zamanda rüzgalarla bilenmiş kaya gibi seni güçlü kılıyor.


Bugün de mi aynı soruları sordun? Dur sen söyleme. Biliyorum o ünlü sorularını: Ben neye açım diye soruyorsun. Özlemini çektiğim nedir? Ben ne arıyorum? Neyi çok istiyorum? Neyi çok arzuluyorum?


Tam düşündüğün gibi. Kalbini çokluk yordu. Onun dışındaki herşey kalbine tutunmaya, kendine bir yer edinmeye çalışıyor. Kalbin dünyanın mahzeni gibi. Odanda fazla eşyalar her zaman seni boğar biliyorsun. Bu yüzden sık sık temizlikler yaparsın. Kalbindeki herşeyi de arkanda bırakmak ne güzel olurdu. Ama aynı anda hem kalmanın hem gitmenin bir yolu yoktur. Bir çok şeyi nasıl bırakabilirsin arkanda? Kalbinin kapılarını açıp içindekilerin dışarı uçmasını nasıl başarabilirsin? Bunun için geceler uykusuz mu kalmalı, yemeden içmeden mi kesilmeli, bırakıp gitmeli mi?


Önce tek başına olma görevini üstlenmek istemelisin. Hani konuşmuştuk ya. İnsan kendi kendine, kendi için uyanık olmalı bu zamanda. Senin için uyanık olan insanların devri geçti artık. Onun için bir hayatı yaşamak için tek başınasın.


Yalnız başına ölmeden önce yalnız başına varolmalısın. Kendi tekliğini hissetmeden Onun tekliğine varamayacağını biliyorsun değil mi? Hemfikir olmamıza sevindim.


Herşeyi arkanda bırakmak ve tekbaşınalığı yaşamanın bir yolu olmalı . Kalbin ancak çokluktan kurtulunca serinliyor. Kalbin o zaman karmaşadan kurtulup bir düzene giriyor.


Kalbini ne düzene sokacak?


96: 19 Secde et ve yaklaş


Allahın bu sözü ruhuna nefes aldırıyor.


Secdeye varmalı diyorsun. Her secde Ondan başka her varlığı arkanda bırakmak değil mi? Bütün çoklar geride. Önünde teklik var. Önce kendinin tekliğı. Yalnız ölmeden önce yalnızca secdeye kapanmalısın. Başkasıyla birlikte secdeye kapansan da her secde yine de biriciktir.


Melekler kalbine dokunacak secdede. Yenilenme, yeniden hayat bulma secdede gerçekleşecek. Kalbinin önündeki varlıklar arkaya çekilecek. Sen ve O. İkiniz aranızda bir ilişki anı olacak. Sen ve O. O ve sen. Ne büyüleyici bir an olmalı. Tüm dünyaya bedel bir an olmalı bu. Tüm evren secdedeki tek bir anda yaşanan sen ve O ilişkisi bile edemiyor değil mi?


Bedenin, ruhun, duyguların ve benliğin secdede olacak birazdan. Duygularını rahat bırakacaksın ama. Bırakacaksın kalbin ne yaşayacaksa yaşayacak. Yakınlaşayım diye çabalamayacaksın . Kalbini yöneltmeye kalkmayacaksın. Secdede ne hissediyorum diye kendini yoklamayacaksın.


Bunu nasıl yapabilirim diye endişe mi duyuyorsun? Sen yapmayacaksın ki zaten. Kalbin yapacak. Sen Kalbinle oynama yeter. Tüm iradeni alnını secdeye koymak için toplayacaksın. Kalbinin yaklaşması için değil.


İnsan kalbini kurcalamamalı.


Günde kırk kere secde etmek demek, kırk kere Ona yaklaşmak demek. Bu fırsatı insan nasıl kaçırabilir?

http://1111.karakalem.net

16 Ağustos 2006

Sadık Yalsızuçanlar'dan e-kitap

Merhaba,

Kitap severler için, Sadık Yalsızuçanların, internetteki ilk flash formatında hazırlanmış e-kitap olma özelliği taşıyan "HİÇ" adlı kitabını aşağıdaki adresten okuyabilirsiniz !..


http://www.zarifce.com/ekitap/kitaplar/hic.swf


Kaynak: http://www.sadikyalsizucanlar.com

Vazifeyi eda etmek...


isbasinda
Originally uploaded by aşk-ı beka.
Allah'ım ne büyüksün !..dedirten bu kare beni hayrete düşürdü..
bir çıktısını alıp önüme koydum..
iştiyakla işini yapan şu arıyı seyretmek..
hem de bizler işlerimizde bu kadar gayretli değil iken..

çalış ey sevgili arı
çalışmanın mahsulü baldır..
daldır en güzel tefekkürlere sana bakan gözleri !...

fotoğraf: Aşk-ı beka
yer: Mucur
tarih: Ağustos 2006

01 Ağustos 2006

Uçurtmamız işte :)


Uçurtmamız işte :)
Originally uploaded by aşk-ı beka.
öyle çok yükseldi ki!

Neylerimiz


Neylerimiz
Originally uploaded by aşk-ı beka.
Mehmet amcanın bir günde öğrendiği ney ustalığı ve neylerimiz :)

Günbatımı


Günbatımı
Originally uploaded by aşk-ı beka.
işte böyle batıyor gün Eğerce Sahili'nde

Sun and the beach


Sun and the beach
Originally uploaded by aşk-ı beka.
30.07.06
30 derece
18.58

Otobüsteyim..
Gün batıyor yine, yeniden, yeni bir yüzle..Güneş batıyor, ben Loreena McKennitt'ten "Rising Sun" parçasını dinliyorum..Aşina ve hayranım gün batımlarına..
Defterime tarih atarken 30.07.06 yazıyorum zorlanarak..Kısa gibi görünen hayatın aslında bereketli kullanıldığında ne denli uzun olabileceğini anımsıyorum.
07-06 ile 07-07 arasına neler sığacak, bu kadar daha ömür takdir edilmiş mi bilmiyoruz..Bilmemek..Ne iyi bilmemek ölümün ne zaman geleceğini.
Bursa'dan dönüyorum..Ayın 7sinde ayrıldığım evime dönüş yolu..
Seyr-i Keyf-i İstanbul sonrası bir pazar geldim Bursa'ya ve bir pazar daha oldu, işte dönüyorum.
Akşam canımın içi dostum ve nişanlısı karşılamıştı beni terminalde..Oradan Özdilek'te birer tatlı ardından tatlı sohbetler..Sonra evde ailece akşam yemeği keyfi..Ve sabah namazına değin oturmak dostumla..Ezanla birlikte ettiğimiz dualar..
Ertesi gün Samanlı'da meyveler koparmak dalından ve güller dermek..
Uludağ İnkaya'da tarihi çınarın herbiri büyük birer ağaç eden dalları altında oturmak..Bu büyük çınar ile tefekkür etmek, hayretler içinde kalmak..
İnkaya'dan inip, evde başlayacağımız muhabbete yine sabah namazına kadar devam etmek..
Ve bir gün daha; önce Mudanya yolunda, geniş bir panaroması olan KahveBeyaz'da içilen çaylarımız..Mudanya sahilinde serinleten yürüyüşümüz..vee , canım dostumun Saklı Bahçe'sinde bulunmak..
Sahilde uçurtma uçurmak ve uçurtmanın görünür engelleri aşıp uçarak verdiği ders bize..
Kaybettiklerine uçurtmayı uçurup elinden kaçırdığında sevinç çığlığı atabilecek bir çocuk saflığıyla karşılamak..
İpi koptuğunda çoook uzaklara uçan uçurtmayı bir tevafuk ile bulmak yeniden..
Suya yazamadığımız yazıları, sahile yazmak birlikte..Denizin üzerine düşen güneşi ve dahi ışıltıları izlemek..Dalgalardan kaçmak, dalgalara koşmak..Deniz kabuklarına dokunmak..
Ve gecesi ne müthiştir Eğerce'nin.. Terasta kurulu hamağa iki dost yanyana yürek yüreğe uzanmak, yıldızların binlercesini izlerken gözyaşlarına dur diyememek..
Ki o gözyaşları, Rabbin büyüklüğü ve kulun gafletine dairdir..
Ki bu yürekler doyamaz Rabbin sanatına, kudretine ve hatta dur diyemez yüreğine..
Yıldızları nağmelere ortak ederek söylenir şarkılar.:Dinlenir en güzel besteler..Gönülden yükselir dualar..
Gelir tefekkürler, hasbihaller..
Ney'imiz de eşlik eder gecemize ve ilk Eğerce açık hava konseri verilir böylece :) ve hatta canım dostumun babası, sabah ilk iş, bulabildiği kamışları toplamaya başlar ve ömründe ilk defa neyler yapar.
Bu ilk tecrübeler gayet başarılı olur ve artık elimizde 1 değil 8 neyimiz vardır..
Sonra dut ağaçları karşılar bizi..Canım dostum en yüksek dallara tırmanır ve dutların en güzellerini toplar..Kara dutlar ellerimizi kırmızıya boyar..Gece yine yıldızlar, yine seyr-i sefa-i sema başlar..
Burç burç yıldızlar vardır yine..Doyum olmaz böylesi bir dostun muhabbetine..
Bir gün daha geçer birlikte ve
Heykel'de bir dost bir dosta emanet eder dostunu..
Böylece başlar yeni bir hasret giderme..
Ağaköy'de..
Yorgunluğa, havanın sıcağına rağmen edilir sohbetler..Bursa'ya nazır bir yerde oturulur..
Şeftali ve armut tarlaları içinde yürüyüşlere çıkılır, gökte Hilal vardır üstelik..
Ulu Cami ve Kozahan'a uğranır..Uzun uzun tıbbiyeden bahsedilir, lise yılları anılır..
Ve işte bu günümün ortasında dostum Özgeyle, "nasip bir diğer buluşmaya, kimbilir, belki ağustosun sonu, belki de bir yıl sonraya" diyerek veda edilir..
Vedalar..
Terminalde veda ederken gözyaşlarını tutamayanlar vardı..
Zordur vedalar bilirim. Lakin dünyanın kendisi bir vedadır efendim..
Zor ama alışmalı bu duyguya..Bu duyguyu vuslat hayali ile olgunlaştırmaya..
İşte gün bitiyor..Güneş batıyor..
Gasparyan'dan melodiler dinliyorum..
Canım dostum Öznur'un benimle paylaştığı geniş arşivini temaşa ediyorum. Mutluyum..
Bitip veda ediyor işte Gün yine.. Ve vedalara alışıyor yüreğim..Yüreğim şunu diliyor:
Ucunda vuslat olmayan vedalar yaşatmasın Rabbim..
Veda ile başlayan cümleler vuslat ile bitsin.
Bitmesin güzellikler..Dinmesin güzele ve bekaya olan sevdamız, Aşk-ı Bekamız...
Beka alemi. Vuslatların en son durağı..
oraya hayr-ile iman ile ulaşmak nasip olsun..
Amin
Elfü Elfi Amin !..