18 Mart 2007

seher,şehid,dardanel..

merhabalar arzın kutsal topraklarını arşınlayanlar.
kesik başı koltuk altında birini gördüm seher vakti.
dünya semamızın delinmiş ozon tabakası arasından uzandı,ve illiyyun kokan kanatlarını gererek süzdü dardanel kıyılarını.
o süzdükçe ağladı dalgalar.
işte oradaydı,gelenleri beklediği cephenin dibi,
bitmiş matarasını aradığı mahşer meydanı,
tutukluk yaptığı tüfeğinden çıkan kesif barut kokusu.
hepsi hala oradaydı.
çift canlı bıraktığı ceylan gözlüsünün işlemeli mendili kırmızıya boyanmıştı,
şarapnel yağan bir akşamüstü.
bedeni-evet,bir zamanlar bir bedeni vardı-şu serpilmiş ağacın bulunduğu yerde soluklarını tüketmişti.
bir zaman sonra,toprağa değmeden,indi.
çığlıklar hala ufka asılıydı sanırım,çünkü hüzün nameleri okunuyordu gözlerinden;
varlığın düğümlendiği hiçlik arenasında,hükmün çizdiği tabloda ölümden başka bir şey görünmez olmuştu.
korktuğunu hatırlıyordu,bir an dışında sürekli korkuyordu.
köyünün ince minareli silüetini bir daha görebilecek miydi,
ya da yarın sabaha namazını eda edebilecek miydi?
karışıyordu hatıralar işte.
o an,
biri geldi sanki,yetimlerin babasının başına geldiği gibi,yardı göğsünü ve korkuyu söküp attı.
emir geldi komutandan,
arslanlar bekledikleri cephelerden çıkıverdi.
dalgalar bile utanmıştı cengaver hücumunun kudretinden,
boğaz durmuştu;şimdi onlar akıyordu.
iki nefes sonra boynundan vurulmuştu,şeref kelimesine anlamını iade eden.
sıcak ana kucağına selam vererek açtığı gözleri,şimdi yıldızları son defa seyrediyordu.
cengaverler akıyordu;ama o artık durmuştu.
durmuştu.
biri geliverdi birden;yerden değil,gökten.
"al mehmed, susamışsındır."
bir billur kadehten içti şerbetini,dilinde besmelesiyle.
o içtikçe kanı akıyor,kanı aktıkça toprak doyuyordu.
körpe fidanların zikrine karıştı,kelime-i şahadet.
şimdi,yine buradaydı işte.
ağlıyordu.
artık ezanlar buruktu çünkü;
yeşili solgun bayat toprak,üstü ziftlenmiş yeryüzü ve kalbi kararmış akranlar.
neredeydi nefsi için hiçbir şey,başkaları için her şeyi isteyenler?
ecdada ağlayanlar neredeydi?
hususi bir fatiha,ketum dualarda bir parçacık yer,
idraklarda bir çıban?
neredeydi?

çölde devesini kaybeden bedevi misali,ararken hakka gönül verenleri;
köyüne bakan ufuk parçasından,karaltılar gördü.
bir grup körpe delikanlı;
bedeninden ayrıldığı yıl doğan ihtiyarlar,
toprağa düştüğü yaşta olan sadakat timsalleri,
bu sevdaya gönül verenler.
açtılar ellerini,göğün yedinci katına.
fatihalar sağnak sağnak yağıyordu,yerden göğe doğru;
yağmura inat.
kadim kökleri görünmeyen ağacın her bir yaprağı,aralarında dökülenlere aldırmadan, hala gül kırmızısı toprağı gözetiyordu.
buranın nöbetçileri,hakkın yolunda ve Hakk'ın izniyle;
surların ve hudutların gardiyanıydılar.
güneş doğmaya yüz tutarken,güneşi kıskandıran tebessümle tahtına geri döndü şehid-oğlu-şehid.

yazan: hattat GÜTF Dönem 2

1 yorum:

pembedeniz dedi ki...

Akıllarımız gözlerimize inmişken zamanınımızda.Mananın maddeyi delebileceğine olan inancımızı tazelemeliyiz Çanakkale'ye çevirerek yeniden gözlerimizi.