Bir hasta geldi, Sivas’ın bir dağ köyünden, Kızılırmak toprağın bağrından nerede kopuyorsa işte oradan..Bir ırmağın kundağı...Oksijenin, yeşilin, renk renk çiçeğin bol olduğu bir yerden.
Öyle bir anlattı ki, ben de soludum sanki o bol oksijenli havayı, sanki ruhum ferahladı bir solukla..
Beyninde tümör olan bir hastaydı, ayağında da aksaklık..Ama ruhu tüm bu sıkıntılarının muzdaripliğinden uzaktı…Köyün kendisine şifa olduğunu anlattı..
Telefonunun ekranından köyünde çektiği resimleri gösterdi, bir at ve yavrusu, biri beyaz, biri bakır rengi, peş peşe yeşillikler içinde koşuyorlardı..Demet demet çiçek resmi gösterdi, her gün çıkıp kırdan topladıklarından..
Her gün başka renkte demetler hazırlayıp evine getiriyordu..Ve söylediğine göre en az iki hafta canlı kalıyordu çiçekler..
O anlattı, ben de dedim; biz zehirleniyoruz bu büyük şehirlerde..
Hakikaten hava zehir gibi burada hocam dedi..
Ben de bir ah çektim derinden, acaba o ferah ortam, o tertemiz topraklar, ve o bol oksijenli havadan solumak ne zaman nasip olacak?.. Ömrümüzün bir kısmı geçebilecek mi öyle tecelli dolu mekanlarda..Öylesi Rabbin tecellilerine ayan, öylesi insanı Rabbe yaklaştıran…
Şu kalabalıktan ve zehirli dumanlı havadan bir gün kurtulacak mıyız ?..
Belki de yazımız bu şehirlerde yazılı, burada doğduk burada yaşayıp gideceğiz..
Ama insanın içini ferahlatan bir ümit var ki o da “cennet”..
Irmağın kaynağına kurulmuş köy, cennet nimetlerinin gölgelerinin gölgesi hükmünde olduğundan, “Cennet” diyorum.. Rabbim, bizleri cennetine kabul et !...
Amin
Amin
Amin…
foto: http://www.flickr.com/photos/moaan